31 Temmuz 2011 Pazar


SEVİYORUM SUSMANI

Seviyorum susmanı, yokluk gibisin çünkü,
sesim sana varmadan işitiyorsun beni.
Havalanıyor gibi gözlerin yerlerinden
ve sanki bir öpüşle kapanmış ağzın yeni.

Benim ruhumla dolu bütün nesneler gibi
yine benim ruhumla yükselirsin her şeyden.
Ruhuma benziyorsun, düş kelebeğim benim,
karasevda sözüne benziyorsun tıpkı sen.

Seviyorum susmanı, uzaklıklar gibisin.
İnler gibisin hem de, kuğuran kelebeğim.
İşitiyorsun beni sesim sana varmadan:
Senin sessizliğinle ben de susayım derim.

Seninle konuşayım o senin yüzük gibi
yalın sessizliğinde, o lamba gibi parlak.
Gece gibisin sen de sessiz, yıldız içinde.
Sessizliğin bir küçük yıldızdır senin, uzak.

Seviyorum susmanı, yokluk gibidir çünkü.
Öyle uzak, acılı, ölüp gitmiş gibi sen.
Yeter o zaman bir söz, bir gülümseyiş bile,
Sevinirim, başka şey yok öyle sevindiren.

Pablo Neruda

SERENAD

Sen benim derimden çok daha benimsin. Seni ararken
içimde, damarlarımda, kanımda, ışıkla örülmüş
Gizemli dokularımda sendin bulduğum. Sanki kandın sen
Taştın, azıktın.
Bense dışında kaldım aklın, çılgınlığın, giysilerin,
Eski bir karanlık ve ormanlar soyundan geliyorum,
Ama tıpkı bir kuyudaymış gibi iki büklüm girip
Kör bir adam gibi el yordamıyla
Yolumu bulmaya çalışırken topraklarımda,
Adımlarıma yön verecek parmaklıklar yoksa da
Vardır senin gülünün büyümesi evimde
İçimde büyümeyi sürdürüyorsun,
Köklerin çok derinde
Yapraklarında parmak uçlarımı yakmadan
Gözlerine dokunmam olanaksız
Susuzluğumda bedeninin yangınları tutuşur
Kurar yüzünün yaprakları yokluğunu
‘Kim var orada, kim var orada?’ diye sorarım sanki
Gecenin geç saatlerinde
Birisi kapımı çalmış gibi
Bir de bakarım ki boşluğun ortasında rüzgârdan
Başka bir şey yoktur
Sulardan, ağaçlardan, gündüzleyin yaktığımız
Ateşlerden sönmeye yüz tutmuş
Sanki hiçbir şey yokmuş da
Var olan her şey oradaymış gibi
Sanki yeryüzünün bütün toprakları
Kapımı tıklatıyormuş gibi
Adsız, yaşam gibi belirsiz
Filizlenen bitkiler ve çamur gibi bulanık,
Gözlerimi kapar kapamaz uyanırsın canevimde
Ben toprağa uzanınca doğarsın uçuşan tozlar gibi,
Yatağını aşındıran nehir
Birbirine dolanmış çıplak ağaç köklerini koruyarak büyürse
Sen de onlar gibi büyürsün bende
O nasıl karanlığıyla birlikteyse, sen de benimle birliktesin
İşte kan ya da buğday, toprak ya da ateş
Yaşarız burada, bir tek bitkiymiş gibi
Yapraklarının anlamını bilmeyen.

Pablo Neruda

Türkçesi: Hilmi Yavuz

21 Temmuz 2011 Perşembe

CAN YÜCEL / EĞER

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.


Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer! !

CAN YÜCEL/EĞER

17 Temmuz 2011 Pazar

AFL !

ANKARA FEN LİSESİ MONOGRAFİSİ (1964 - 2004)

Beni ben yapan yapan tatlı anılar, ve ağrısı hiç dinmeyen yaralar bırakmış bir yoğun acı. Bu gün olsa bir daha orada olmak ister miyim, çocuğum olsa orada okumasını ister miydim, asla evet ya da hayır, tek bir yanıt veremediğim soru. Hayatta pek çok konuda şaşırtacak kadar güçlü hissederken kendimi, bugün hala bazı anları düşündüğümde göz yaşlarıma engel olamadığım büyük kırgınlık. Hem sevmek hem nefret etmek nedir en güzel örneği. Hem en güzel günleri hayatımın, hem de en kara geceleri. ne onunla ne onsuz...